PENŞİR VADİSİNİN ARSLANI
- dergifikrihal
- 20 Ara 2020
- 6 dakikada okunur
PENŞİR VADİSİNİN ARSLANI
Afganistan'da fırtınalar esmeye devam ediyor. Oysa petrol, doğalgaz, bakır ve altın zengini olan bu ülke tarihte en huzurlu İslam beldelerinden biriydi. Günümüzde ise farklı kavimlerden meydana gelen mozaik yapısı ile iç çatışmaların dinmediği bir bölge haline gelmiş durumda. 30 dilin ve 300 lehçenin konuşulduğu ülkede Farsça ve Peştu dili resmi ve milli diller olarak kabul ediliyor. Afganistan'daki etnik toplulukların yüzde 40'ını Peştunlar oluşturuyor. Talibanların da büyük bir kısmı Peştun. Asılan cumhurbaşkanı Necibullah da bir Peştun. Tacikler nüfusun yüzde 25'ini teşkil ediyor. Rabbani ve Mesut da birer Tacik. Hazarlar nüfusun yüzde 15'i. Sayıları 3 milyon olan Özbekler halkın yüzde 9'unu temsil ediyor. Türkmenler'in nüfusu ise 2 milyon. Halkın hemen hemen tamamı Müslüman ve yüzde 84'ü Sünni. İşte bir zamanlar çeşitli kavimlerin barınağı olan bu ülke, 1989 yılında Sovyetler'in çekilmesi üzerine mücahit grupları arasında başlayan sonu gelmez iktidar çatışmalarının sahnelendiği bir yer adeta. Pakistan'ın medrese öğrencilerinden oluşan, radikal dinci Taliban yönetime dur diyebilen tek komutansa Penşir Aslanı Ahmed Şah Mesud. İşte muhalefet ittifakının başkomutanı Şah Mesud'un bir günü...
Alnındaki çizgiler, hayatının ne şartlar altında geçtiğini anlatıyor adeta. Kerpiçten yapılmış top yuvasının üzerinde bir kedi gibi yürüyor. Bu deneyimli savaşçının kendine güveninin hiç de boş olmadığı hemen anlaşılıyor. Ahmed Şah Mesud sırtını savaş alanına dönüp dürbünüyle Afgan dağlarını gözlemeye koyuluyor.
Bu mineral yatağı kayalık bir deniz gibi duruyor önünde. Üç saat içinde Sovyet yapımı bir helikopter olan MI 8 beliriyor. Kimi zaman Mesud'un da kullandığı bu helikopter, yalnızca eşeklerin değil genç yaşlı herkesin sırtında taşınarak oluşturulmuş olan cephanenin yanına iniyor. Az ilerde ise Taliban toplarının seslerinin duyulduğu vadi yer alıyor.
Muhalefet ittifakının başkomutanı, en önemli askeri güç olan disiplini korumak için sürekli ordusunu teftiş ediyor ve Talibanlar'ın 15 km uzağında bulunan Penşir vadisindeki bürosunda sık sık askerleriyle görüşerek bilgi alışverişinde bulunuyor. Tacik komutan Mesud işini güvene almak için ara sıra "Allahu Ekber" demeyi ve namaz kılmayı da ihmal etmiyor.
Akşama doğru sonbahar güneşiyle birlikte gökyüzünden ölüm de iniyor yavaş yavaş.
Bombardımanın ardından kalın bir duman tabakası ve sivillere ait cesetler kalıyor geriye. Mesud'a göre korkunun cephe değiştirme zamanı geliyor. Gölgelerin kaybolmasını beklerken bir bardak çay içmek için
onlara da vakit kalıyor.
Komünist dönemin son devlet başkanı Necibullah zamanında çok hırpalandık. Biz onunla Kabil'de aynı sokakta oturuyorduk. Onunla voleybolda yarışmak çok büyük hata olduğu için ben genelde yüksek bir sandalyenin üzerine çıkıp hakemlik yapıyordum," diyor devrik hükümetin Savunma Bakanı Şah Mesud. 1996'da Talibanlar başkenti istila ettiği zaman çocukluk arkadaşına kendi yaşadığı BM'ye ait olan villaya davet ettiyse de, Necibullah bunu reddediyor ve bir elektrik direğinde asılarak hayata veda ediyor.
O ise Penşir vadisinde mücadelesine devam ediyor ve bırakacak gibi de gözükmüyor. Onu kimi bezgin, kimi azimli Tacik askerleri ve komutanlarıyla yaptığı saatler süren konuşmalar sırasında bir görmelisiniz. Davasını savunurken adeta adım adım zafere yaklaşıyor. Stratejisini bir pedagog ustalığı ile anlatırken tüm şikayetleri bitmek bilmeyen bir sabırla dinliyor. Arada bir yorgunluğa yenik düşünce esneyiveriyor. "Olacak o kadar," demek en doğrusu çünkü bu toplantılar hiç değişmeden sürüp gidiyor. Ardından bir ulema duaya başlıyor ve sıra geliyor mevcut silah, cephane, üniforma ve yiyecek miktarının açıklanmasına.
Mesud reçete yazmaya çalışan bir doktorun elindeki ilaç listesini kontrol ettiği gibi, bu levazımat listesini de inceliyor: "500 Kalaşnikof var ha, peki makineli tüfek sayısı ne kadar?"
Yetersiz bulunan cevap sonrasında herkes ne yapacağını biliyor. Bu arı topluluğu artık, kimi zaman baskı uygulamaya, zor kullanmaya varan yöntemlerle listedeki eksikleri aramaya koyuluyor. Oldukça dokunaklı olan bu sahneden sonra yüzyılımızın son efsanevi kahramanlarından biri sayılan Mesud, zafer yolunu açmak için şüphelere karşı da savaşmak zorunda olduğunu biliyor.
45 yaşındaki Ahmed Şah Mesud, ancak iyi bir komutanın sahip olabileceği o iki meziyete, hem soğukkanlı bir yapıya hem de mükemmel bir zamanlama yeteneğine sahip. Bu satranç ustası beklemeyi biliyor, planın gelişimi için sabrediyor ve uygun zaman geldiğinde saldırıyor. Zira onu durduran ancak 1983'teki Sovyet işgali ile gelen ateşkes ve bombalanan halkın yalvarışları oluyor.
Penşir vadisinde yaşama devam edebilmek için çelik gibi sinirlere sahip olmak gerekiyor. İşte bu sakin ve düşünceli adamın lisedeki matematik öğretmeni Claude Edmond'a göre, daha çocukken bile içine kapalı, ölçülü ve güvenilir bir yapısı varmış. "Bir defasında," diye söze başlarken Mesud'un dudaklarında bir tebessüm beliriyor, "Edmond bana daha çok çalışmamı söylemişti, o kadar etkilenmiştim ki başımı kitaplardan kaldırmadım. Bir yıl sonra arkadaşlarıma ders verecek duruma gelmiştim."
Mimar olmak üzere eğitimine devam etse de savaş yasaları onu bir bina kurucusu değil, bir harabe bekçisi haline getirmiş. Bunu hatırlatınca bozulmak şöyle dursun, bir kahkaha patlatıveriyor: "Özür dilerim ama bütün arkadaşlarım bana bunu söylüyor. Bugün kitaplarla tek bağım, kurtarmayı başarabildiğim 7 bin civarında kitaptan oluşan bir kütüphane. Ben askeri okuldan gelmediğim için askerlik mesleğini bu kitaplardan öğreniyorum." İlah ya da cani; onun hakkında ne söylenirse söylensin, Ahmed Şah Mesud son derece doğal ve kolay yaklaşılabilen bir lider. Hatta şahit olanların anlattığına göre bir defasında bir köylü ondan evlenmek istemeyen oğluna vaatte bulunmasını istiyor.
Mesud köylüyü sabırla dinleyip sakin bir ses tonuyla fetva etkisi bırakan bir cevap veriyor. İlişkilerin bu kadar sıkı olması çok güçlü olmayı ve sürekli zayıflıklara tanık olmayı getiriyor elbette. Yetki verme konusunda son derece cimri olan "Penşir Aslanı" en ufak ayrıntıyı dahi takip etmek mecburiyetinde kalıyor. Son derece misafirperver bir ev sahibi olan bu Tacik lider, "Made in London" etiketli gri kaşmir kazağına bakılırsa giyimine de özen gösteriyor. Genelde gömlek ve bol pantolon tercih ediyor ve deri parka giyiyor. Hiçbir şeyi oluruna bırakmayan Ahmed Şah Mesud imajına da dikkat ediyor.
Bence bir lider her şeyi bilmeli, her şeyi görmeli. Bir büronun ardına saklanamam. Bir yemek yapmak için önce mutfağa bakmalı, malzemeleri kontrol etmeli. Komutanlar hiçbir şeyi ihmal edemez."
Bir önceki gün gittiği Tacikistan’dan yeni dönmüştü. Odasında fırsat bulduğu anlarda okumayı sürdürdüğü üç kitap vardı: Ebu Zehra’nın “Peygamberin Sireti” kitabının ikinci cildi, Seyyid Sabık’ın “Hadler ve Tazirler” kitabı ve Hafız’ın divanının çok güzel bir baskısı.
Gece iki buçuğa kadar dostları Seyyid Nurullah İmad ve Afganistan’ın Hindistan Büyükelçisi ve Afganistan’ın şiirde büyük üstadı Halillullah Halili’nin oğlu Mesut Halili ile şiir okuma meclisi yapmıştı. “savaştan ve siyasetten söz etmeyin, bu gece şiir gecesi” demişti. Yüksek sesle şiir okumuşlardı.
Herkes yatağına çekildiğinde abdest alıp namaz kılmıştı.
O geceyi uykusuz geçirmişti.
“Amir Seyp” 9 Eylül 2001 Pazar günü öğle üzeri Kabil’in Kuzeyindeki “Şimali”ye gitmek üzere helikopterine yürürken Afganistan İslam Devleti dışişleri bakanlığı temsilcisi Hace Bahauddin temsilcisi yanına geldi ve “Efendim, şu iki Arap gazeteci ile ya görüş ya da müsaade et göndereyim” dedi.
İki Arap gazeteci üç haftadır onunla röportaj için bekliyordu. Faslı olduklarını söylüyorlar, Belçika pasaportu taşıyordular. İsimleri Muhammed Kerim Tuzani ve Kasım Bakkali idi. Pasaportlarında Londra Pakistan büyükelçiliğinden aldıkları Pakistan’a bir yıllık çok girişli vizeleri vardı.
Sovyetlere karşı yürütülen savaşta Arapça olarak yayınlanan ve Üstad Sayyaf’a yakınlığı ile bilinen “Elbünyanüm Mersus” isimli dergi aracılığıyla Üstad Sayyaf’a tanıştırılmışlar ve “ İslami Medya Takibi”nde çalıştıkları söylenmişti. Bir belgesel hazırlamak üzere geliyordular.
Alınan izinler ardından bölgeye intikal etmişler ve röportajlar için beklemeye başlamışlardı.
Bir keresinde o dönem Afganistan İslam Devleti Başkanı Burhanettin Rabbani, Üstad Sayyaf ve Ahmet Şah Mesud’un birlikte oldukları toplantıya denk gelmişler ve her üçünü bir arada videoya çekmek istemişler ama izin verilmemişti. Yine kendisiyle yakın görüşmek için Üstad Rabbani’nin uçağına binmek istemişler, ama yine izin verilmemişti.
Kendisiyle röportaj yaptıkları Üstad Sayyaf ise sordukları soruların basitliği, hal ve hareketlerinden şüphelenmiş ve “Amir Seyp”e üç kere bu kişilerle görüşmemesini tembihlemişti. “eğer görüşeceksen bile çok iyi bir kontrolden sonra” demeyi unutmamıştı.
Arap “Gazeteciler” son dönemde röportaj izni verilmezse gideceklerini söylemişler ve hatta 24 saat yani 10 Eylüle kadar süre vermişlerdi yetkililere.
“Amir Seyp” kafasında her zaman yan duran “Pakül”ünü düzeltti ve “iyi, tamam” dedi.. “görüşelim, acele edin ama” yanına tercüme için Mesut Halili’yi de aldı ve iki Mesut 12:30 da mülakatın yapılacağı misafirhaneye girdiler. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Muhammet Asım Suheyl’de yanlarında.
Röportaj ya da Mesut’u “Şimali” yolculuğundan ebedi yolculuğuna götürecek süreç hazırdı.
İki Arap gazeteci kameranın arkasına geçtiler, Mesutlar ve diğer Afganlı yetkililer röportajın yapılmasını beklemeye başladılar. Kameraman olduğu söylenen Arap kamerayı hazırlarken gürültülü sesler çıkarıyordu. “Amir Seyp” Mesut diğer Mesut’a döndü ve sordu: “bu Arabın nesi var?” Tercüman Mesut’un işi şakaya vurdu: “Bu gazeteci değil, Pehlivan!”
Sonunda “büyük” kamera hazır oluyor ve Tuzani Usame, terör meseleleri ve Arap dünyasının meselelerini sormaya başlıyor. Soru sorulup tercümesi Şah Mesut’a aktarılıyor ve o cevap vermeye başlarken kameradan “çok şiddetli mavi renk bir ışık” Ahmet Şah Mesut’a doğru yöneliyor ve büyük bir patlama oluyor. Her taraf yanmaya başlıyor.
“Penşir Arslanı” ağır yaralı ve içeri giren korumalarına ancak “beni ayağa kaldırın” diyebiliyor. Derhal hastaneye götürülmek üzere helikoptere bindiriliyor ama artık çok geç.
48 yıllık ömrünün 30 yılı savaş cephelerinde geçen, Afganistan’ı Sovyetler ve Kızıl Orduya dar eden Penşir Arslanı
İşte direnişin tek adamı... Günde en fazla beş saat uyuyabildiği halde hiçbir şey kaçmıyor. Eğer o olmazsa her şeyin yıkılacağını biliyor ve şöyle diyor: "Teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederim. Savaşta ölen, Tanrı katında cennete layıktır."
Hami KILINÇ
Yararlanılan Kaynaklar:
●Marcela Grad-Mesud; “Efsanevi Afgan Liderin Farklı Bir Portresi” adlı kitap
●08.08.1999 tarihli Takvim Gazetesine ait köşe yazısı
●“Müslim Port” adlı gazete-internet sitesi

Comments