top of page

BİR FOTOĞRAFIN HİKÂYESİ (Cumalı Kızık)

  • Rümeysa BEDİRHANOĞLU
  • 20 Şub 2021
  • 3 dakikada okunur

Hayat beklentimizi çok yüksek tuttuğumuz yerden bizi vurmasıyla meşhurdur. Bu hikâye yaşadığım büyük hayal kırıklığının yerini çok daha iyisi ile doldurduğum bir hikâyedir. Geçmiş vaktin birinde yolum düştü memleketimin iki güzide şehrine. İstanbul ve Bursa! Hayatımın büyük bir kısmında benim için çok önemli bir yere sahip olan Şehri İstanbul nedendir hala bilemem anımda çok büyük bir yanılsama olarak kaldı. Üzerine şiirler, romanlar yazılan bu şehir benim beklentimin ya çok üzerindeydi ya da çok altında. Buradan memnun kalamamış gezdiğim her sokağında sanki hep yarım kalan hevesimi aramıştım. Efsaneleri, kalabalığı eşsiz tarihi ile kesinlikle muazzam bir şehir fakat benim kafamın içindeki İstanbul daha güzeldi sanki. Ama Bursa öyle değildi. Belki de hiç hayalimde tasvir etmediğimden bulduğum hali beni çok etkilemişti. İki kere gidip birçok yerini gezme imkânı bulduğum bu şehir kalbimin ve aklımın bir parçasını benden almıştı. Bir kere daha gidebilmek ümidi ile...

Yolculuklar herkes için güzel olmayabilir. Ama sevdiklerinizle, sevdiğiniz bir yere gidiyorsanız o yolculuk güzeldir. Gün öğlene vurmuşken sarkacı, otobüse bindik. Çok yoğun geçecek olan yazın başında şöyle kısa bir tatil iyi gelecekti bünyeme. Hele de okulun dört yıllık ağırlığı yeni kalkmışken üzerimden. Dört kuzen, kuzenden öte dört kardeş, teyzem ve paşalar paşası Yavuz Selim Paşamız ile 12 saatlik yolculuğumuza başladık. Güle söyleye bir o koltukta, bir bu koltukta devam ederken bizi yormaya başlamıştı yolculuğumuz. Gece olunca belki biraz daha zor hatta daha ağır ilerliyordu zaman. Ah şu insanın konfor arayışları. Bütün serzenişlerimiz ve memnuniyetsizliklerimiz yerini söken şafağa bırakıyor. Çok az kalan yolumuz uzuyor da uzuyor…

Nihayet yol son durağına varıyor ve inmek için toparlanıyoruz. Diğer kuzenimiz bizi otogarda bekliyor. Bagajlarımızı aldıktan sonra arabaya binip eve geçiyoruz. Biraz hasret birazda yol yorgunluğumuzu giderip güzel bir kahvaltı sofrasında gülüşlerimizi birleştiriyoruz. Şöyle biraz dolaşalım yeşil Bursa’nın güzel havasını soluyalım diye çıkıyoruz dolaşmaya. Dolaştıkça, karıştıkça her sokağına daha çok seviyorum bu şehri. Sonra düşünüyorum birçok şehri gezme imkânı buldum, birçoğunu da beğendim. Burayı diğerlerinden farklı kılan neydi? Düşününce biraz dedim ki kendi kendime bir yeri güzel yapan sadece taşı toprağı değil. Göze görünen güzelliği değil yani sadece. Bir yerin haddinden fazla güzel kalması için bellekte ruha dokunan taraflarının da olması gerekir. Yani demek istiyorum ki hepsini bir akrabadan öte bir abi, abla saydığım bu insanlarla bu kadar güzel vakit geçirmeseydim yine aynı anlamı taşır mıydı bu şehir benim için? Anılarımı tazelerken hafızamda “hep birlikte buraya gitmiştik” ya da “burada bunu birlikteyken yapmıştık” deyince işte tamam diyorum bütün esrarı çözülüyor olayın. “birlik” ne güzel bir duygu, ne güçlü bir his değil mi? İşte benim için Bursa’nın alametifarikası buradan geliyor. Gezdiğim, hayran kaldığım sokaklarından ziyade tekrar çalmayı büyük bir özlemle beklediğim birden fazla kapısı olması beni oraya bağlıyordu.

İşte birlikte gezdiğimiz o nadide anlara ait bu fotoğraf. Cumalı Kızık... Bursa’nın içinde yeni bir dünya gibi adeta. Tarihin bir kokusu varsa şayet Cumalı Kızık gibi kokar derim. Şehrin yüksek katlı yapılarını, yeşilden uzak geniş yollarını geçip ayak basınca Cumalı Kızık’a sanki indiğimiz bir minibüs değil de zaman makinesi oluveriyor. Bizi eskilerin her şeyi güzel saydığı zamanlara indiriyor. Burada her şey doğal, samimi belki en güzeli kaygısız. Beğenilme, zamanı yakalama ve üstün olma gibi kaygılardan uzak. İşte evindeki gibi insanın...

Bu küçük, nadide köyün sakinleri genel olarak geçimlerini köylerinde ziyaretçileri ağırlayarak sağlıyor. Dedim ya burada her şey doğal. Kimisi kapısının önünde mevsimin en canlı meyvelerini satıyor. Kimisi ev yapımı erişteler, reçeller, pekmezler... Kimisi evini küçük bir lokantaya çevirmiş. İşte kiminin de meydanda fotoğraftaki gibi tezgâhları var. Böyle ilk etapta bu tarz yerlere bakarken tedirginlik kaplar içimi. Tedirginliğimin nedeni tuhaftır gözümle her ayrıntıyı yakalamayacağımdan korkarım. Kitap raflarına baktığım zamanda aynı hissi yaşarım. Hepsine yetişip, hepsini inceleyebilme hissim bu tarz fotoğrafları çekmeye iter. Eve gelip günün hasılasını yaparken fotoğrafları uzun uzun detaylıca inceler her bir ayrıntısına bakarım.

Bir bütün olarak çok fazla bir anlamı olamayan bu fotoğrafta ne çok farklı unsur, değer var hâlbuki. Her biri farklı bir zevke, zamana daha ilerisi farklı görüşlere hitap ediyor. Yan yana, bir kargaşaya mahal vermeden, kendi içinde bir bütünsellik oluşturarak üstelik. Anlamlandıramadım bir türlü. Farklı görüşleri ve zevkleri temsil eden bu nesneler tek bir adla bir arada durup güzel bir harmoni ortaya çıkarıp birlik olabiliyorken, onlara bu vasıfları yükleyenler neden yapamazlar bunu?

İnsanı güçlü, sağlam kılan önemli unsurlardan biri olan bu birlik kavramı neden zor gelir bizlere? Bırakıp birinci tekil şahısın peşini, niye tutamayız “bizin” yolunu. Gerçekten cevabını bulamadığım sorular zihnime ağır geliyor sevgili okur. Biz olmak bu kadar güzelken üstelik bizi bundan uzak tutan daha üstün hangi duygu olabilir? Siz her şey rağmen sevdiklerinizle birlik olup güzel anılar biriktirin sevgili okur. Bu dünya sadece buna değiyor. Aşk olsun…

Rümeysa Bedirhanoğlu


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post

©2020, Fikr-i Hal Dergi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page