top of page

BİR FOTOĞRAF HİKAYESİ-KUYU

  • Rümeysa BEDİRHANOĞLU
  • 20 Oca 2021
  • 4 dakikada okunur

Araftayım... İki bilinmezlik arası bir diyardayım. Yusuf'un terkedildiği kuyuda, Züleyha'nın utancındayım. Ben İsrafil'in üflediği yankıdayım. Ne cennette ne cehennemde, Ar ve af devranında, Yalnız Allah’ın sevdasındayım.” Mevlana Celaleddin Rumi

Hep inancım bu yönde olmuştur ki her insan içinde bir kuyu taşır. Kuyu işte; bazen içine düşer, bazen kaybolur, bazen yolunu o kuyudan bulur, bazen bereketlenip suları taşırır, bazense kurur. Kuyu ya bu dibi sonu gözükmeyen duvarları karanlık. Kuyu ki bu; bir peygamber hikâyesinin başkahramanı, Yusuf’un Yusufluğuna su serperken, Yakup’un yangına ateş. Yusuf’un kuyusundan çok uzak olan bu kuyu ne kadar dağıtabilirdi ki beni? Ya da zihnimi sonrasında bu kadar berrak nasıl yapabilirdi? Hikâyemin çok kısa bir zamanına eşlik eden bu kuyu nasıl olmuşta başrol olmuştu? İnsan aslında hep kalbinin içinde yaşar…

Bugün yine çok erken başladı. Uzun ve yoğun geçecek bir gün için geç bile kalmış olabilirim. Hızlıca hazırlandım. Çantamı ve fotoğraf makinemi alıp odadan çıktım. Trabzon dolmuşuna yetişmeliydim. Trabzon’da iki çocukluk arkadaşımla buluşup güzel bir gün geçirecektik. Dolmuşa bindim. Yerleştikten sonra şöyle bir makineme baktım. Bu makine neden beni bu kadar güçlü kılıyordu? Neden onu elime her aldığımda bu kadar huzurlu ve ne tuhaf umutlu hissediyordum. Huzurlu olmam normaldi çünkü oldum olası bu işle ilgilenmeyi çok severdim. Hayatımdaki en sürekli, istikrarlı eylemim. Her seferinde aynı heyecanı yitirmeden gerçekleştirdiğim bir iş. Peki ya umut? Neyeydi bu umut? Yaşama mı? Geleceğe mi? Beni ben yapıp güzelleştirdiklerine mi? Ben böyle düşünedururken Trabzon’a gelmiştim bile. Arkadaşlarımla buluşup güzel bir gün başlangıcını yaptık. Kahvaltımızı yapıp karışlamaya başladık Karadeniz’in canına yandığım yokuşlarını.

Hayatının bu zamanına kadar deniz, sahil görmemiş dahası gördüğü dağı, bozkırı deniz bellemiş bu üç insan için denize alışmak ve sonrasında denizden ayrılmak bir hayli zordu. İşte bu yüzden bizim için günün en güzel zamanı sahilde geçirdiğimiz vakitti. Adıyla meşhur hırçın dalgalar hırçınlığına rağmen ne de dinlendiriyor ne de güzel hissettiriyor böyle insana. Oturduk kararlaştırdık nerelere gidebiliriz nereleri gezebiliriz diye. Zamanımız kısıtlı idi. Geç olmadan tekrardan yola koyulmamız gerekiyordu. Çünkü bugün için birimiz Giresun’dan, birimiz Gümüşhane’den gelmiştik. Gün bitmeden geri dönmemiz gerekiyordu. Atatürk Köşküne çıkalım dedik. Hazır makine yanımdayken bunu değerlendirebilir, buradan güzel kareler çıkarabilirdim. Tekrar yokuşlara çevirdik yolumuzu, köşke giden dolmuşlara bindik. Araba köşke giderken, bizde muhabbetimizi koyulaştırıp hafızalarımıza biraz daha gülüş ekliyorduk. Onlar benim çocukluğum gençliğimdiler. Hala hayatımda var olmalarına şükretmek bile güzel gelir bana. Hayatımda bu kadar uzun zamandır var olan insanlarla geçirdiğim böyle zamanlar daha bir kıymetli oluyor. Birbirimizle hep vakit geçiriyoruz evet ama ‘birlikte bir de bunu yapmıştık’ demek daha bir iyi geliyor insana. Köşkün önünde indik. Merkezden oldukça yukarıda olan bu yapı Karadeniz’in eşsiz yeşilliği arasında bembeyaz duruşuyla inci gibi parlıyor. Yolunun bir hayli bozuk olmasına rağmen gelip de karşılaştığımız görüntü buna fazlasıyla değiyordu. Her odasını, her katını ayrı ayrı gezip, sergilenen eşyaları detaylıca inceledikten sonra bahçeye indik. Köşkün önündeki havuz, yan tarafında bulunan ağaçlık alan ve ağaçların arasındaki bu kuyu…

Fotoğraflamaya devam ederken etrafı, aklımın bir köşesi hep o kuyudaydı. İçimde uyanan yegâne his o kuyuyu en iyi şekilde kadrajıma almaktı. Birçok kez bastım o kuyu için deklanşöre. Çıkan sonuç beni tatmin etmişti. Ama kuyunun kafamdaki meşguliyeti devam ediyordu hala. Atamın o güzide köşkündeki gezintimizi bitirdikten sonra şehir merkezine dolmuşla değil de yürüyerek inmeyi tercih ettik. Doğunun soğuk yüzünden çok daha farklı olan bu şehir bizde daha fazla adımlama, daha fazla yeri keşfetme hissi uyandırıyordu. O kıvrık uzunca yokuşu güle söyleye inerken dolmuşa binmemekle gerçekten doğru bir karar vermiştik. Biz, bize kazandırdığımız bu güzel günü noktalayıp kendi şehirlerimize doğru yola çıkarken kafamda hala o kuyu ve bana çağrıştırdıkları vardı. Otobüsün loş karanlığı, yağmurlu hava düşüncelerime düşünce katıyordu.

Züleyha olmak mı daha zordur, yoksa Yusuf olmak mı? Peki ya bir zindan ya da kuyu olmak? Kimin zindanı kimin aydınlığıdır sizce? Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri miydi sahiden? Yusuf’un kuyusu karanlıkken, kuyuda oluşu peki kardeşlerine aydınlık olabilmiş miydi? Ya da zindandayken yine Yusuf, Züleyha özgür müydü gerçekten? İşte bütün bunlar insanın zihninin ya da kalbinin içinde zuhur ediyor. Özgürlüğü, karanlığı dışımızda gibi algılayabiliyoruz ama içimizde yaşıyoruz çoğunluğunu. Misal Züleyha için Mısır’ın bütün sokakları helalken, kalbinden tutsaktır bir kere. Yusuf’un kardeşleri ya da uzun bir aydınlık umarak karanlığın içine ittikleri Yusuf’la birlikte karanlığın bağrına adım atmışlardı bile. Aslında en mühim soruyu sormamışım henüz; kuyu, Yusuf’a gerçekten karanlık mıydı? İş dönüp dolaşıp yine kalbe geliyor. Kalbimizde yaşattıklarımıza. İnsan kalbi aynı mayası gibi ne ekersen onu bitirir gönül içinde. Kalbinde düşündüğünü yaşatmadan öldürmüyor Hak işte. Vardır elbet bir hikmeti deyip aramak lazım kalbimizde hem iyiliği, hem hasetliği var eden mevhumu. Sebepsiz değildir ya yaratılmışsa bir kere olmalı bir amacı. Her şeyin zıttı ile var olduğu şu berzahta kötülüğün varlık amacı iyiliğin güzelliğini ortaya çıkarmasıdır. Beşer aklının her ikisini vicdan tartısında tartıp tarafını seçmesi içindir var oluşları. İnsan kalbinde yaşattıkları kadar insandır ve içinde büyüyen tohumlar kadar yaşar şu hayatta. Yaşadığımız hayat kalbin ekranımıza yansıttıkları işte. Ben sormaya devam edeyim siz anlamaya. Bu dünyada kaç kadın Züleyha? Kaç adam Yusuf? Her Yusuf Züleyha’sını veyahut tam tersi her Züleyha Yusuf’unu bulabilir mi? Bu sefer cevaplayayım. Bulunabilmesi için her Yusuf’a bir Züleyha, bilmeli kişi aranan Yusuf için nasıl olunur Züleyha…

Velhasıl iş ne Yusuf’tadır nede Züleyha’da. İş, Yusuf’a güzellik ve iffeti verip Züleyha’nın gönlüne Yusuf’u koyanda. Gönlünüz tıpkı Züleyha’yı nice dünya nimetlerinden geçiren şevkle dolsun efendim. Aşk olsun…

Rümeysa BEDİRHANOĞLU

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


Yazı: Blog2_Post

©2020, Fikr-i Hal Dergi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page